• Nefsin Maneviyatta Hayvan Suretine Dönüşmesi Rüyada Görülen Hayvanların Anlamları
1006.2020

Nefsin Maneviyatta Hayvan Suretine Dönüşmesi Rüyada Görülen Hayvanların Anlamları

Nefsin Maneviyatta Hayvan Suretine Dönüşmesi Rüyada Görülen Hayvanların Anlamları

Bu makaleyi özellikle rüyada gördüğümüz bazı hayvanların kurt, yılan, tilki, köpek, aslan ... vb gibi birçok hayvanın maneviyatta ne anlama geldiğini araştırmalarımdan öğrendiğim kadarını sizlerede anlatmak istedim, öncelikle rüya tabirini yapmak bizlerin haddi değildir rüya tabirini en doğru şekilde ancak Çok büyük Allah Dostları tam karşılığını verebilir diğer türlü bizimkisi çıkarımdan öteye gidemez rüya tabiri  ilmi allahın seçkin kullarına vermiş olduğu özel bir ilimdir rabbim bizlerede o makamlara erişim bu ilme kavuşabilmeyi nasip eylesin.

     Öncelikle insan oğlunun kaderi bilindiği üzere levhi mahvuzda yazılıdır tabi bu yazı bizim bildiğimiz gördüğümüz kağıt kalem gibi değil öğrenmek gibidir nasıl insan bazı öğrendiği bilgiyi aklına yazar buda böyledir. Rabbim rüya gördüğümüz zaman levhi mahvuzda yazılı olanları özellikle kişinin gönlü nurlu temiz günahsız ise açık rüya görür güzel rüyalar görür anlamlı rüyalar görür yeşillikler çiçekler görür uçarken görür o kişi dünyadada ahirette de rüyasında da huzurludur levhi mahvuzu bazen rabbim dilediğine açıkça gösterir o kişi zaman zaman olacakları görür hisseder ben bu anı yaşamıştım der kimi insanların dejavu dediği olaydır bu. Bizim gibi ayak takımı nefsine yenilip tabi olmuş aciz kullarda sık sık kötü rüya görür pek çok rüyanın anlamı vardır fakat insan bu rüya tabiri ilmine sahip olmadığı için belkide gördüğü iyi rüyayı kötüye yorarak vesveseye sebep olabilir o yüzden görülen rüyayı sık sık hayra ve iyiye yormalı derler ve insan gördüğü rüyada kendini hatalı kusurlu görüp sık sık tövbe etmeye çalışmalı ihlaslı olmaya çalışmalıdır ihlas önemlidir bu yazıyı kaç kişi okur okusada istifade edebilirmi bilemem burda biz bizeyiz birazda maksat içimi dökmek olsun diye yazıyorum ihlas diyorum fakat ben ne kadar ihlaslıyım ihlassız söz kimseye tesir etmez söylediklerim kendime bile tesir etmiyorki başkasına tesir etsin ama dedim ya birazda içimi dökmek olsun maksat belki birisinin gönlüne dokunur yazdıklarım bir faydamız olur o kişinin duasıyla kurtuluruz allahın rızasına erişiriz. 

Neyse söz uzadı sözün özü şudur kardeşler herzaman değil ama bazı zamanlar rüyamızda rabbim bize levhi mahvuzdan kesitler gösterir ama bu kesitleri apaçık değilde simgeler şeklinde gösterir o sebeple rüyaları anlayamayız halbuki çoğu rüyanın bir anlamı vardır.

 Özellikle nefsimizin arzularına uyduğumuz zaman yada tehlikete olduğumuzda rabbim bize ikazda uyarıda bulunmak için işaretler gönderir kendine çeki düzen ve ya dikkat et ya da üzülme gibi bize bunu İbrahim Hakkı Hazretleri Mevlana hazretleri gibi büyük Allah dostları bu hayvanların ne manaya geldiklerini anlatmışlar bu makaleyi okuyarak az çok bilgi sahibi olabileceğimizi bu eserlerin faydalı olacağını düşünerek sizlerle paylaşmak istedim Selam ve dua ile.

 

İBRAHİK HAKKI Hz.’den Marifetname’de İnsan

M. TALAT UZUNYAYLALI

(Şeytan) Sayısız zürriyetiyle Adem’in zürriyetine tasallut eder. İnsan bedeninin her yerinden girip damarlarında kan gibi akar ve onu yoldan çıkarmaya çalışır. Ancak hiçkimseyi zorla asi ve kâfir edemez. Ancak, ibadetleri acı ve zor, günahları lezzetli ve kolay göstermekle insana vesvese verir.

Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: Hak Taâlâ iki cihanı ve onlarda olanın tamamını insan için icat ve mevcut eylemiştir. Ta ki âlemde olan sanatlara bakıp eşyada bulunan hikmetleri bilsin. Hepsinin benzerini kendi vücudunda bularak nefsini bilsin ve böylece Allah’ı tanıması kolay olsun. Zira ki Hak Taâlâ,  Nazm-ı Kerim’inde: ‘Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler’ diye yarattım, buyurdu. Hadis-i kudside ise, ‘Ey insan! Beni tanımak için nefsini bil!’ emr-i şerifiyle, nefsi bilmenin Rabbi tanımaya vesile olduğu duyuruldu.  İnsana  kendi nefsini bilme istidadı verildi… Allah’ı tanımanın anahtarı, nefsi bilmek, nefsi bilmenin anahtarı da âlemi bilmek kılındı…

 

NAZM

Bil ey insan / Elbet sen kâinatın toplamısın /Varlığı içine alansın / Varlık senin yanında, göresin /Görünmez sana görünür / Basiret ve irfanla /Onu şu anda hatır bil / Cismin karanlık ve süflî /Ruhun nurlu ve ulvî / Sırrın Rabbanî ve safî /Zatınla sevin / Sıfatını anla ve oku /Müjde sana, topla dağınıklığını / Kalbin Rahmen’ın evidir /Beyanını yüksek ve geniş / Ey ârif kadrini bil /Güzel tatlı latifelerin / Bilgiler sendedir uyan /Dostlar içinde giy taç / Zamanlar içinde an hayatın /Sabit ve sakin ey şaşkın / Dairelerin kutbu sensin /Gözler senden ışıklanır / Ondan öğren ey insan /Sen elbette hazreti insansın

 

İNSANDAKİ KÖTÜ HUYLARIN HAYVANLARA BENZEMESİ

 

Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki, alemde insan ahlâkı, türlü hayvanların şekil ve suretlerinin benzer ve misalleri, insan nefsinde de vardır ki, hayvanî kötü ahlâklardır. Meselâ;

kibir sureti kaplana benzerdir.

Tasallut sureti aslana benzerdir.

Haset sureti kurda benzerdir…

Gazap sureti köpektir;

hile sureti tilkidir;

gaflet sureti tavşandır;

ferce yönelik şehvet sureti eşektir;

arkadan yaklaşma sureti domuzdur;

midevî şehvetin sureti koyundur;

oburluk sureti inektir;

tama sureti karıncadır;

cimrilik sureti faredir;

kin sureti beyaz devedir;

vecdin sureti kırmızı devedir;

düşmanlık sureti yılandır;

ezanın-sıkıntı vermenin sureti akreptir;

Vesvese sureti sarı arıdır ve diğer ahlâk suretleri, sair hayvanların şekillerine benzer. Hatta kötü ahlaktan birine galip olan gönül, rüyada kendini o surette olan hayvana dahi galip görür… Bütün hayvan suretleri ve kâinatın şekilleri insanın içinde ve dışında suret bulup şekillenmiştir..

MARİFETNAME’DE FİZYOGNOMİ  (karakter özelliklerinin tipolojisi)

Ey aziz! Hikmet ehli demişlerdir ki: Cenab-ı Hak insanın vücudunu en mükemmel ve güzel şekilde yaratmıştır. Organların birbiriyle uyumu ve simetrisi, nezaketin ve güzelliğin örneği olmuştur. Bedenin güzelliğini, vasıflarını dil, bildirmek ve anlatmaktan acizdir. Yüzünün güzelliği, içinin temizliği ve kemali, huyunun yumuşaklığı, tabiatının iyiliği, konuşmasının pürüzsüzlüğü ile dünyada benzersiz bir yaratıktır.

Hoş yürüyüşü, tatlı söyleyişi, güzel hareketi ve sevimli sesiyle alemin aklını almıştır. Güzelliğinin çekiciliği, canının tatlılığıyla dünyanın sevgilisi, irfan ehlinin beğendikleri olmuştur ve aşıklara ondan nice haller gelmiştir.

Cenab-ı Hak, şekil ve biçim verdiği insan bedenindeki dört karışımın (kan, balgam, safra, sevda) dumanından kıymetli saç ihsan etmiş, iki yumurtanın dumanından da erkeklerin göğüs ve yüzlerinden kıl yeşertmiştir. Ta ki saçla kadınlar süslü, bıyık ve sakalla erkekler belli ve kaşlarla herkes belirmiş ve tanınmış olsun.

Saçın siyahlığı fazlalığından, san oluşu balgamın çokluğundan, beyaz olması grizi, tabii hararetin zayıflamasındandır. Hararetin zayıflığı da fazla nezleli olmaktan, çok cima (kadınla birleşme) yapmaktan ve fazla üzüntü ve acı duymaktan ileri gelir.

Fakat alnın nuru, gönüllerin başıdır, îki kaş, iki gözün gölgeliği ve nurlu yüzün hilali olmuştur. Gözlerin, burunla iki kaş arasında olmaları çarpmalardan korunmaları ve başın ön tarafında yaratılmış olmaları da vücudun bütün işlerinde ona yol gösterici olmaları içindir. Göz kapakları, göz yuvarlağının örtüsü ve onun kötü nazardan koruyucusu olmuştur. Göz kapakları, gözü türlü etkilerden koruduğu gibi, uyku zamanında da göz yuvarlaklarına örtü vazifesini görür ve gözü süsleyen kirpiklerle birlikte gözü, toz duman gibi zararlı şeylerden korur. Göz bebeğinin siyah, etrafının beyaz oluşu, süs ve güzellik içindir. Göz nurunun siyah noktasında bulunması ona, organların en değerlisi sıfatım vermektedir. Göz bebeğinin, yuvarlağın ortasında oluşu, tabakalarının gereklerindendir. Göz yuvarlağının oval olmasının sebebi; göz nurunun etrafa yayılmasını kolaylaştırmak içindir, insan kafasının yuvarlak oluşu, çarpmalardan sakınılması ve beyin organlarına daha geniş bir yer olması içindir. Büyüklüğünün bu kadar olması, en uygun şekildir, insan yüzünün yuvarlak oluşu, güzelliğiyle güneş ve aya benzemesi içindir.

Dudakların kırmızı, dişlerin inci gibi olmaları süs ve güzellik içindir. Burnun kıkırdak oluşu, hafif olması ve çarpmalardan zarar görmemesi içindir. Burun deliklerinin geniş olması kokuyu fazlaca ve çabucak alması ve sümüğün kolayca akabilmesi içindir.

Dişlerin keskinleri kesmek ve kırmak, enlileri öğütmek ve çiğnemek, dizilişlerinin düzenli oluşu, konuşma zamanlarında harflerin ve sesin düzgün çıkması içindir.

Dilin kemiksiz oluşu, lokmayı ağızda hareket ettirmek, harfleri söyleyebilmek ve kelimeleri kolayca ifade edip bildirmek içindir. Dilin dudaklarda dişler tarafından hapsedilmiş olması az konuşması içindir. Dil bir olduğu halde göz ve kulakların iki oluşu, fazla görmek ve kolayca işitmek içindir.

Kulakların başın iki tarafında oluşu, hafif ve latif olmaları ve çarpmalardan zarar görmemeleri içindir. Boynun enlilik ve uzunluğunun bu şekilde, bu büyüklük ve biçimde oluşu, baş ile kolayca münasebet ve bağlantı kurması ve onun ağırlığına dayanabilmesi içindir.

Başın bir tek kemik olmayıp yedi omurdan meydana gelmiş olması, vücudun her tarafıyla kolaylıkla bağlantı kurması içindir. insan başının, bütün organların üstünde ve yüksekte oluşu, şanının büyüklüğü ile ululuğunu duyurmak ve kendisinde bulunan akıl cevherinin kıymetini takdir ettirmek içindir. Başın, on duyu organının başlangıç yeri olması, onun şeref ve değerini artırmaktadır. Bu kadar organ ve kuvvetlerin böyle bir yerde (başta) toplanmış olması, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin kemalini göstermek ve sanatının ululuğunu belirtmek içindir.

İnsan organlarının şekil ve biçimlerinden sezip anmakla ve bakışın, gönül ve cana olan emniyet ve selametini, lütuf ve kerametini bildirir Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki: Alemi bu şekil ve surette yaratan Cenab-ı Hak, eşi benzeri olan insan alemini en güzel şekilde ve en beğenilir surette tasvir edip şekil verdikten sonra ona üfürdüğü ruhu ile benzetmiş ve aydınlatmıştır ve hayvan cinsinden insan türünü, güzellik ve sevimlilikle benzetmiş, anlama ve konuşma yeteneğiyle üstün kılmıştır.

Gerçi Cenab-ı Hak, insanların beden ve ruh bakımından bir yaratmıştır. Fakat insanlar zeka ve kabiliyette, huyda değişiktir, birbirlerinden farklıdır. Sonra Allah, lütuf ve ina-yetiyle, hikmetinin gereğini, sanatının inceliğini bu yaratıkta göstermiş, yüzünü, şekil ve yapısını içine, organlarının biçimini ahlak ve karakterine belirti yapmıştır ki, insan kendi şekil ve yapısından kendi vasıflarını bilip ona göre ahlak ve hareketlerindeki, huylarındaki eksik ve aksaklıkları düzeltsin.

Sonra arkadaş ve dostlarının vücut yapısı ve şekillerine bakıp zeka ve karakterlerini, huy ve tabiatlarını ince seziş ve zekasıyla bilsin ve buna göre onlara muamele etsin, beğensin ve sevsin veya aklını kullanarak karakterlerine göre hareket ederek onlarla geçinip gitsin veya onlardan uzaklaşıp emniyeti, rahat ve selameti bulsun ve ne kimseden incinsin ne de kimseyi incitsin. Gönül hoşluğu ile rahat oturup kalksın.

Ey akıllı, insan ve cinlerce cihan bağında beğenilen budur: Ne kimse senden incinsin, ne de sen bir kimseden incin. “Güzel huylu insandan hayır isteyin.” hadis-i şerifine göre, güzel ve sevimli insanlarda daima güleş, iyi huy ve tatlı sözlerin görüp işitildiği gerçeği duyurulmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “Herkesin iş ve ameli şekline uygundur.” buyurulması da buna işarettir. Baş ve boyun şekil ve biçimleriyle, bunlara bağlı huy ve tabiatlarını bildirir Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki:

 – Boyu uzun olanların kalbi saf ve temiz olur.

– Kısa boylu olanların hileleri, aldatmaları çoktur.

– Orta boylu olanlar akıllı ve hoş huylu olurlar.

– Saçları sert olan kimse, akılla atılganlığı bulur.

– Saçları yumuşak olan saf ve utanması az olur.

– Saçı sarı olanın işi, kibirlenme ve kızgınlıktır.

– Siyah saçlı olan sabırlıdır, onu ara.

– Kumral saç güzeldir, sahibi bedelsizdir.

 – Saçı az olan lütufkar, anlayışlı ve nazik olur.

– Başı küçük olanın aklı azdır, gizli şeyin varsa ona söyleme.

 – Başının tepesi yassı olan keder çekmez. –

 Başının derisi ince olan, hayır yapar, zarar vermez.

– Kel adama yaklaşma, kötü huylu olur, ondan sakın.

– Alnı dar olanın, İçi de dar, sıkıntılı olur.

– Alnı yumru olan, çirkin ve kalın kafalı olur.

 – Alnı enli olan kötü huylu olur, çünkü hastadır.

– Alnı normal olanı emin bil.

– Alnı buruşuksuz olan, şüphesiz tembel olur.

 – Alnı uzun olan anlayışlı, az ise cömert olur.

– Kaşlarının arası buruşuk olan, üzüntü yükünü taşır.

– Kulağı çok büyük olan, bilgisiz ve tembel olur.

 – Küçük kulaklı eğri, orta (normal) kulaklı doğru olur.

– Kaşının ucu ince olanın, işi gücü fitnedir.

– Kaşının kılları çok olanın, üzüntüleri de çok olur.

 – Kaşı açık olan doğrudur, çatma olan eğridir.

– înce kaşlı güzel olur, uzunu ise kibirli olmanın delilidir.

– Kaşı yay gibi olan, her zaman güzel olur.

– Göz çukuru az olursa, o kibirli olmaya delildir.

– Siyah gözlüler itaatli, kızıl gözlüler cesur olurlar.

– Gök gözlü olan zeki, ela gözlü olan edepli, terbiyeli olur.

–Küçük gözlü hafif, büyük gözlü zarif, narin olur.

– Gözü yumru olan kıskanç, orta olan dost olur.

– Yarı kapalı göz ayıp, bakışı miskince olur.

– Köre yakın olma, sık bakan, emniyetli olmaz.

 – Gözü şaşı adama bakma, çünkü o sana eğri bakar.

– Güleç gözlü olan güzeldir, kirpiği sık olan bedelsizdir.

– Büyük yüzlü olan illetlidir, küçük yüz kibirlenmeye delildir.

– înce yüzlü sevimli, kalın yüzlü hor (sevimsiz) olur.

 – Uzun yüzlü olanlar yalancı olurlar.

– Ekşi yüzlü, somurtkan olanların, sözlerinin çoğu acı olur.

– Yuvarlak yüzlüler, ay’dan daha nurlu olur.

– Böyleleri çok güleç olur, onu gören muradını alır.

– Benzi kızıl olan terbiyeli, esmer olan da zeki olur.

– Benzi sarı olan illetli, siyaha çalan da tevekkelli olur.

– Burnu uzun olanın idraki (anlayışı) az olur.

– Kısa burunlu olanlar fazla korkak olur.

– Burun ucu top olan, neşeli olur.

–Burun ucu ağzına yakın olan adamdan sakın.

– Burun delikleri geniş olanın içi kibir ve kıskançlıkla doludur.

– Burun kanatları dar olan kişide küsme ve inat çok olur.

– Burnu enli olan kimse şehvete tutkundur.

– Burnu eğri olan kimsenin düşüncesi, işi başarıya ulaştırmaktır.

– Küçük ağızlı olan güzel ve fakat çok korkak olur.

– Büyük ağızlı cesur, eğri ağızlı kötü olur.

– Genizden söylenen sözler, kibirlenmeden olsa gerek.

– ince sesli erkeklerin işi, kadına şehvet duymaktır.

– Erkek sesli kadınların çoğu yalan söyler.

– Çabuk konuşan, ince anlayışlıdır.

– Kaba sesli olanın gayreti ve yardımseverliği fazladır.

– Çatal sesli olan, halktan kötülük geleceğini sanır.

– Yüzü güleç, sözü tatlı olan insan azizdir, sevilir.

– ince ve kırmızı dudaklı kimse, söyleneni iyi anlar.

– Bil ki kalın dudaklının kızgınlığı ağırdır.

– iri dişliler, çok defa yaman işler yapar.

– Normal dişi olanların, işi hoş ve doğrudur.

– Kokusu hoş olanın, huyu da güzeldir, hoştur.

– Çene kemiği ince olanın, aklı da hafif olur.

– Enli çenenin sahibi kaba olur.

– Çenesi normal olan, akıllı ve güzel olur.

– Uzun sakallı kişi hünersiz olur.

– Sık sakallı kişi kabadır, sohbetini de uzatır.

– Siyah ve az sakallı olmak zekaya delildir.

– Hiç kılı olmayan köse adamın hilesi çok olur.

– Sakalı değirmi olanın kemali de çoktur.

– Kafası enli olan ahmaklık illetine tutuktur.

– Boynu çok uzun olanın olgunluğu az olur.

– Boynu ince olan cahil olur.

– Boynu kalın olan gece gündüz yiyici (obur) olur.

– Boynu kısa olanın hilesi çok olur.

– Boynu normal olanın işi iyilik yapmaktır.

– Her uzvu normal olan, şüphesiz ki güzel olur.

 

İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ’NİN
MANZÛM İLMİHÂLİ (HÜDÂ RABBİM)

Bismillâhirrahmânirrahîm

Huda Rabbim, nebim hakka Muhammed’dir Rasulullah.
Hem İslâm dinidir dinim, kitabımdır kelâmullah.

Akait içre ehl-i sünnet oldu mezhebim hakka,
Amelde Ebu Hanife mezhebimdir mezhebim vAllah.

Dahi zürriyetiyim Hazret-i Âdem nebinin hem,
Halil’in milletiyim dahi kıblem Kâbe Beytullah.

Bulunmaz Rabbimin zıddı ve ne misli âlemde,
Ve suretten münezzehtir, mukaddestir Teâlâllah.

Şeriki yok, beridir doğmadan dahi doğurmaktan,
Ehaddır, küfvü yok, İhlâs içinde zikreder Allah.

Ne cism ü ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir.
Yemez, içmez, zaman geçmez, berîdir cümleden Allah.

Tebeddülden, tagayyürden dahi elvan ü eşkâlden,
Muhakkak ol müberrâdır budur selbi sıfatullah.

Ne göklerde, ne yerlerde, ne sağ ve sol ve ön artta;
Beridir şeş cihetten ol ki yoktur hiç mekânullah.

Huda vardır, veli yok varlığına evvel ü ahir;
Yine ol varlığıdır kendinden, gayrı değil vAllah.

Bu ‘âlemler yoğ iken ol ver idi, ferd ü tek ü tenha;
Değildir kimseye muhtaç o, hep muhtaç gayrullah.

Ana hâdis hulûl etmez ve bir şey’i vacip olmaz kim;
Her işte hikmeti vardır, ‘abes fi’l işlemez Allah.

Hulûl etmez o Zât ‘abde ve hiç bir ferde zulmetmez.
İbâdın ıslahı lâzım değil kim, halk ede Allah.

Ana bir kimse cebr ile bir iş işletemez asla;
Ne kim kendi murat eyler, vücuda ol gelir billâh.

Anın her bir kemâli bî-tegayyür hâsıl olmuştur;
Ki, yoktur muntazır olunacak hiç bir kemâlullâh.

Sıfât-ı bâ-kemâliyle o daim muttasıftır kim;
Kamu noksan sıfatlardan beridir zül-celâl Allah.

Sekizdir çün sıfat-ı zati, ‘ilm ile irâdettir;
Hayat u kudret u halk u basar, sem’ u kelâmullah.

Âlim oldur ki, ilmine erişmez kimsenin aklı;
İhata eylemiştir cümle bu eşyayı ilmullâh.

Mürit oldur, dileyici ve her şey üzre kâdirdir;
Ne kim diler, olur peyda ala vefk-ı muradillah.

Cemi-i hayr ü şerri ol diler, takdir ü halk eyler;
Velî hayrı sever, ancak ki sevmez şerleri Allah.

Basîr oldur hakikatte ki hep eşyaya nâzırdır;
Velî gözden münezzehtir, basardır min sıfatillah.

Semi’ oldur, işitir avazı hem sır ile cehri;
Münezzehtir kulaktan ol, sıfattır anda sem’ullâh.

Mütekellimdir ol amma berîdir dilden, ağızdan;
Hurûf ü lafz u savt ile değil vasf-ı kelâmullâh.

Sübutiyye sıfatı kim ne aynıdır ne gayridir.
Kadim u daim u zatiyle kaimdir sıfatullah.

Hakk’ın mükrem ibâdıdır melekler yerde göklerde;
Avamından avam-ı nası efdal eylemiş Allah.

Yemek, içmek, hem erkeklik, dişilik yoktur onlarda;
Hakk’a hiç asi olmazlar, mutidirler li-emrillâh.

Dahi Cibrîl ü Mîkâil ü İsrâfil ü Azrâil; Mukarrebdir,
Peygamberdir bu dördü hep emînullah.

Hakk’ın yüz dört kitabı hem, nebiler üzre inmiştir;
Kütübdür anların dördü, suhuf yüzü kelâmullah.

Zebur’u verdi Davud’a, dahi Tevrat’ı Mûsâ’ya;
Ve hem İncil’i İsa’ya, getirmiş Cibril-i billâh.

Habibullah’a Kur’an’ı getirdi hacet oldukça;
Yirmi üç yıl itmam eyleyip, kat’ oldu vahyullah.

Dahi ben enbiya hakkında bildim, ‘ismet ü fıtnat,
Nezafet hem emanet, sıdk ile tebliğ-i hükmüllah.

Gadirle kizb ü humk u kitmân ü hıyanetten
Münezzehtir, müberrâdır cemî-i enbiyâullah.

Nebîler ismini bilmek dediler ba’zılar vacip,
Yirmi sekizin bildirdi Kur’an’da bize Allah:

Biri Âdem, biri İdris ü Nuh ü Hûd ile Salih,
Hem İbrahim ü İshak ile İsmail zebîhullah.

Dahi Yakup ile Yusuf, Şuayb ü Lut ile Yahya;
Zekeriya ile Harun, ah-i Mûsâ kelîmullah.

Ve Davud u Süleyman ve dahi İlyas u Eyyûb’dur,
Birisi Elyesa’dır, dahi İsa’dır o rûhullah.

Birisinin ismi Zül-kifl, ve biri Yunus nebidir hem,
Hitamı ol Habib-i Hak Muhammed’dir Rasulullah.

Uzeyr Lokman u Zülkarneyn üçünde ihtilâf olmuş,
Ki, bazı enbiyadır der ve bazı der veliyullah.

Cemi-i enbiyanın evvelidir Hazret-i Âdem;
Kamudan efdal u ahir Muhammed’dir Habibullah.

İkisinin arasında katı çok enbiya geldi.
Hisâbın kimseler bilmez, bilir anı hemân Allah.

Risalât-ı rüsûl, mevt ile bâtıl olmaz ol kat’â,
Ve efdaldir melekler cümlesinden enbiyâullah.

Bizim Peygamberin ahkâm-ı şer’i öyle bâkîdir,
Ki ehl-i mahşeri bu şer’ ile fasledecek Allah.

Ve Mir’ac-ı Nebî haktır, ana şahsıyla muhtastır;
Çıkıp fevkal-ûlâya Hakk’ı görmüştür Habîbullâh.

Cihan cümle cihâtıyla ve eczâ ve sıfâtıyla,
Hem ef’’âl-i ‘ibâdın hayr ü şerri, cümle halkullâh.

Anın ilm ü murad u halk u takdiriyle hâdistir;
Ki yoktur Hâlik u Bâri iki âlemde gayrullah

İbâdın ihtiyârı vardır ef’âlinde cüz’îce
O ef’âl üzre bulmuşlar sevâb u hem ikâbullah

Ol ef’âlin cemîlidir, Hakk’ın hubb u rızâsıyla;
Kabîhinde bulunmaz ne muhabbet, ne rızâullâh.

Sevap efdâlıdır Hakk’ın ve ‘adlidir ‘îkâb anın;
Vücûb îcâbsız Hakk’a, bî-istihkâk-ı abdullâh.

Mukârindir bu fi’le istitâat kim, o kudrettir;
Bulunsa istitâat olunur teklîf-i şer’ullah.

Ki ‘abdin kendi vüs’unda ne kim olmaz, ânı aslâ,
Anâ din içre teklif etmemiştir ol Rahîm Allah.

Haram erzaktır, herkes yer içer kendi rızkın hep;
Ve kimse kimsenin rızkın alıp ekl edemez vAllah.

Ecel vaktinde meyyittir o maktul ü ecel birdir
Ve hâl-i ye’sin imanı değil makbul ‘indAllah.

Heyulâ yoktur, ezhân içre bir cüz olduğu haktır;
Ki ol vasf-ı tecezziden müberrâdır der ehlullâh.

Kabirde meyyite Münker-Nekir dört şey sual eyler;
Ki Rabbin kim, nebin kimdir, nedir dinin ve kıblen gâh?

Cevabın verenin, canıyla cismi zevk eder anda;
Şaşıp küffar u asiler çeker anda azâbullâh.

Bu dünyaya gelen gider ki kalmaz canlı hiç kimse;
Dahi yevm-i kıyamette eder emvâtı ba’s Allah.

Verirler defter-i a’mâlini her âdemin anda;
Kiminin sağ eline, kimine soldan maazallah.

Kitabıyla hisâbı var, Hudâ’nın rûz-ı mahşerde;
Sorarlar herkesin ef’âl ü akvâlin bi-emrillâh.

Kebâirle seğâir ehline ol gün, şefaatler
Ederler Enbiyâ ve ehl-i ilm ü evliyaullah.

Ameller vezn olundukta sıratı geçmemiz haktır;
Ve Kevser’le sekiz cennet, verir müminlere Allah.

Girecek cennete müminler, anda çok bulup nimet;
Görürler şüphesiz anda niteliksiz cemâlullâh.

Ve cennetle cehennem şimdi var, ehliyle bâkîdir.
Cehennem yedidir, ehlin yakar daim o nârullah.

Kaza ile gelir her hayr u şer, Tanrı cenabından;
Bulur hayr, ehlini daim; olur şer, ehline hem râh.

Ve Peygamber ne kim eşrât-ı saatten haber vermiş;
İnandım cümlesin izhar eder vaktinde hem Allah.

Çıkar yer dabbesi, Deccal ü Ye’cûc ile Me’cûcu;
Doğar gün mağribinden, çün iner gökten o Rûhullah.

Kebîre mümini imandan ihrac eylemez dahi,
Ne küfre dâhil u ne tâatin habt ede indAllah.

O isyan, eylemez ani muhalled hem cehennemde;
Meğer kim itikat eyler helâl anı, maazallah.

Huda afv eylemez şirki ve illâ andan ednayı;
Dilediği kulundan her günahı afv eder Allah.

Kebâirden kaçan câiz, ikâb olmak sagâirle
Ve bî-tevbe giden câiz, kebâirden geçe Allah

Kabul eyler duayı Hak Teâlâ, kendi fazlıyla;
Ve hâcât-ı ibâdı hem kaza eyler Raûf Allah

Dahi iman ile İslâm, ikisi şey’-i vâhiddir.
Cenab-ı Hak’tan ol her ne getirdiyse Rasulullah.

Kamusın dil ile ikrâr u tasdîk eyledim bil-kalb;
Birine yoktur inkârım, inandım şüphesiz vAllah.

Çü dîn a’mâli îmandan muhakkak başka, hariçtir.
Pes, îman izdiyâd u nakıs olmaz, hıfz ede Allah.

Dimem ki inşâAllah müminim, bel müminim hakka;
Bu mânâ ile iman, kesbî ve mahlûktur vAllah.

Ve amma Tanrı’nın kendi kuluna marifet gencin,
Hidâyet kıldığı mânâ ile vehbîdir ol tAllah.

Ve iman-ı mukallit hem sahih olmuştur, amma
kim Ol istidlâl-i aklı terk ile, asim olur billâh.

Kerâmât-ı velî haktır, nebîsi mu’cizâtıdır;
Keser az müddet içre çok mesafe evliyaullâh.

Bulurlar vakt-ı hâcette, taâm u hem libâs anlar.
Behâim hem cemâd, anlarla söylerler biiznillah.

Gehî su üzerinde meşy ederler vecd ü hâletle
Havâda gâh uçarlar, hark eder âdâtını Allah

Erişmez bir veli, hiçbir nebinin rütbesine hem;
Ana ermez ki, andan sakıt ola emr ü nehyullah.

Ve efdal evliya Sıddîk-ı Ekber, ba’dehû Fâruk;
Ve Zin-nûreyn’den sonra Ali’dir ol veliyullah.

Bu dördü hem hilâfette, bu tertip üzre kaimdir.
Bu çâr-yârdan sonra hem efdal evliyâullâh.

Kalan ashabıdır ki, cümlesinin zikri hayr olsun;
Cemi-i âl ü ashâb-ı kirâmı sevmişem fillâh.

‘Aşere-i Mübeşşere ve Fâtıma, Hasan, Hüseyin
Bu ümmetten bunlara, cennet ile neşhedü billâh.

Ve gayri kimseye aynıyla cennetlik denilmez kim;
O gayba hükm olur, gaybı ne bilsin ânî gayrullah.

Ve ashâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmetten,
Cemî-i tâbiîn olmuştur efdal evliyâullâh.

İmamül-müslimîn, sultan-ı müslim hür mükellef hem,
Kureyşî, tâhir olmalı, edip tenfîz-i hükmüllah.

Velî Hâşimli ma’sûm, efdal olmak şart değildir kim;
O fısk u cevr için hiç mün’azil olmaz bi-emr’illâh.

Ve berr ü fâcire uyup, namâzım kılarım bile
Hem anların cenazesi namâzın kılarım lillah.

Ve huf üzre hazarda, hem seferde mesh câizdir;
Ve müskir olmayan temr ü ‘ineb suyu mübâhullah.

Tasaddukla duâmızdan bulur emvâtımız nimet;
Ve fazl-ı emkine, eşhâs u ezmân haktır eyvAllah.

Bilinmez müşrikin etfâli, cennette mi, nârda mı?
Ve küffara Kirâmen Kâtibîn vermiş kerîmullâh.

Ne ki ma’dumdur, ol şey’-i mer’î addolunmaz hem
Mükevven kâinata benzemez şeydir TeâlAllah.

İsabet-i ‘ayn câizdir ve sihr insana vakidir.
Beşer aklından efdaldir ulûm-u enbiyâullah.

Delile müçtehit evvel bakıp eyler isabet hak;
Ve sonra hükme bakdıkta, hatasın affeder Allah.

Ki hak birdir, muayyendir ve Kur’an u hadis ancak,
Ne miktar olsa mümkün zahirine hamlolur her gâh.

Bu zahirden ol ehl-i bâtının da’vâsı mânâya,
Udûl u hem nusûsu redd ü istihfâf-ı şer’ullah.

Hem istihsal-ı zenb u rahmet-i Hak’tan ye’s, hem de
‘Azabından emin olmak, bu cümle küfürdür billâh.

Ve lafz-ı küfrü tevile ve kâhin sözlerin tasdik
Küfürdür, lâkin inkârı yeniden tevbedir lillah.

Huda otuz iki farzı ‘ibâdına buyurmuştur.
Kamusun farz bildim, boynuma aldım, bi-tav’i’llah.

Şürûtu beştir İslam’ın ki, tevhid ü salat u savm
Zekât u hac ganiler hakkında farz eylemiş Allah.

Namazın şartı, hariçte olanlar altı farz olmuş
Ve erkânı içinde oldular hem altı farzullâh.

Dışındaki taharet, setr-i avret, vakti bilmektir;
Ve abdest almak u niyyet, hem istikbâl-i Beytullâh.

Namâz içinde tekbîr ü kıym ile kırattır.
Rükû’ u ka’de-i uhrâ, ikişer secdedir lillah.

Vüdûun farzı yüz yumak, yedini mirfâkıyla hem.
Başa mesh eyleyip, ayakları guslet dedi Allah.

Ve guslün farzı üçtür, kim temazmuzdur hem istinşâk;
Üçüncü cümle azasın yumaktır tevbeten lillah.

Teyemmüm eylemek vaciptir abdest ile gusl için.
Su bulunmazsa, ya kudret yok isedir bu şer’ullah.

Ânın rüknü iki vurmak, şürûtu beş: biri niyyet
Sa’îd ü tâhir u mesh ü biri acz-i ‘ibâdullâh.

Ve savmın farzı üç: niyyetle ekl ü şürbü terk etmek,
Fecir doğdukta, gün batınca imsak oldu emrullâh.

Dahi haccın furûzu üç: biri ihrama girmektir,
Biri vakfe Cebel üzre, ziyaret oldu Beytullah.

Haramı î’tikâd etmek haram, andan sakınmaktır.
Helâli hem helâl etmek, budur cümle furûzullâh

Hem ashabı güzîn ü tabiin ü müçtehidinin
Ne kim var, ehl-i sünnet vel cemaat cümle ehlullâh

Kamunun itikadın bu yüz on beyt içre bil Hakkı,
Budur hak mezhep ancak, bunda sabit eylesin Allah.

Eğer benden küfür, amd u hatâen sâdır olduysa;
Ben o küfrün cemî’inden berî oldum li-vechillâh.

Dahî şer’a muhâlifse, eğer ef’âl ü akvâlim,
Ben anlardan rücu’ ettim ve tübtü kurbeten lillâh.

Ne kim kılmış Habibullah bize tebliğ-i ahkâmı,
Kabul ettim ânî, amentü billâhi ve hükmillâh.

Dilim ikrarını kalbimle tasdik eyledim candan,
Senin hıfzında imanım, emanet olsun ey Allah! (Âmîn)

Kaynak: İBRAHİK HAKKI Hz.’den Marifetname’de İnsan (M. TALAT UZUNYAYLALI)

Mevlana Mesnevi ve Hayvan Metaforları

Bu Kaynağa Ek Olarak Mevlana Celaleddini Rumi Hazretlerinin Mesnevi eserinde Hayvan metaforlarını nasıl ele aldığını da incelemek istiyorum bulmuş olduğum Mesnevi’de Hayvan Karakterleri İsmail Hakkı NUR Eserinde Mevlana hz. bize bir çok hayvanın maneviyatta ne anlama geldiğini bildirmektedir bu eserin özetini almaya çalıştım okumanızda fayda olacağını düşünüyorum.

Mesnevide Hayvan Karakterlerinin İnsan Suretlerine Yansıyışı Manaları

1-ASLAN METAFORU:  Mesnevî’de aslan, genellikle mürşid ya da İnsan-ı Kamil’i simgeler. Mürşidin görevi bir avcı gibi avlanıp, bela ve nefsinin oyunları içinde kendi özünü kaybetmiş insana, kendi özünü hatırlatmak onu şer çukurlarından kurtarmaktır. Yiğitliğin, cesaretin, çalışmanın, kendi işini kendinin halletmesinin, mertliğin ve hakikate teslim olmanın simgesidir. Bu tanımlamalarını: Suretten kurtulmuş (1/17) nefsini yenmiş Hakkı’ın aslanı olmuş kişi (1/18, 2/1),  nefsindeki gücün farkında olan, bunu ancak iradenin akıllı kullanılmasıyla alt edebileceğinin farkında olan (1/19), çalışmaktan kaçınmayan çalışmanın tevekkülden üstün olduğunu bilen (1/20) ve çalışanın Allah sevgilisi şuurundaki düşünce ve fikriyata sahip (1/21) kişidir. Aslan aynı zamanda sahibinde ululanmaya neden olmaktadır (1/22). Allah’ın aslanı öyle bir kimsedir ki cesaretin simgesi (1/23,1/24,1/25), mert (1/26,1/27) ve tevekkül sahibi olarak gayretten geri durmayan çalışkan (1/28) kişi olarak da tanınır. Kendi işini kendi halleden (1/29), çeşitli sırlara sahip bunları ifşa etmeyen murat sahibi (1/30), etrafına karşı menfaat peşinde koşmayan (1/31),hakikatin temsilcisi ve Hakk’a teslim olan (1/32), teslimiyetinde dolayı nimetlerinde eksilme olmayacağına inanan kişidir (1/33).

2-TİLKİ METAFORU: Tilki Metaforu Mesnevî’de kurbanlarını kandıran (1/34,1/35,1/36, 1/37), tamahkar (1/38), korkakların karşısında eğilmesi secde eden (1/39) menfaat peşinde koşanları (1/40) sembolize etmiştir.

3-EŞEK METAFORU: Mesnevî’de oldukça geniş bir bir yer tutan bu metaforda eşek genellikle; ahmaklığın, kıt anlayışın (1/41,1/42) ve bunun farkında olmayan (1/43), duygularının esiri olan (1/44), tembel (1/45),her işe koşturulabilen (1/46), fikir âleminden uzak akıldan gafil (1/47,1/48,1/49) akıl yürütmeyen fikirsiz (1/50,1/51,1/52), bedeni zevkleri peşinde koşan, aşağı tabiatlı (1/53), şehvet düşkünü (1/54), böbürlenip ululanan /1/55), Allah’ın hakkını tanımayan gafili (1/56) , haddini aşan (1/57), aşkı idrakten aciz insan aklı (24, 2/2, 2/3), mürşidini imtihan etmeye kalkan (2/4),nefsinin esiri kafir kimse (24, 2/5, 2/6) kimsedir. Eşek artık öyle kimsedir ki; hakikate kulak vermeyen (2/7) şeytanlarla dost olmuş (2/8) kimsedir.

4-SU KURBAĞASI METAFORU:  Mesnevî’de kurbağa metaforuna, en geniş şekliyle fareyle kurbağanın hikayesinde yer verilmiştir. Mevlânâ’nın yorumlarından çıkardığımız bir görüş de su ehli ile kara ehlinin durumudur. Biliyoruz ki Mesnevî’de su ehli rahmanî kimseleri, kara ehli de şeytanî kimseleri simgelemektedir. Kurbağa, su ehli olduğu için ruhaniyet, mana alemini Fare ise suret alemini temsil etmektedir (2/9). Fare toprak ehli olduğu için cismaniyet alemindendir ve kurbağayı da cismaniyet alemine çağırmaktadır (25).

5- FARE METAFORU:  Mesnevî’de fare genellikle karga ile yada su kurbağası ilen olan hikayede remz edilmiştir. Fare, hilekarlığı (1/58), bilgisizliğin getirdiği korkak (1/59,1/60), hakikatten mahrum (1/61), kısa görüşü ile halden hale giren (1/62),ahmak (1/63)  tır. Fare öyle bir aç gözlüdür ki bütün alem nimetle dolu olsa doymayıp yine toprak yediğini (1/64),  hırsız  tabiatlı (1/65), taklit bilgisiyle aydınlığa çıkamayan karanlıkta kalan kimseyi temsil etmektedir (1/66).

6-FİL METAFORU: “Fil” Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde en çok üzerinde durduğu hayvan metaforlarından biridir. İri görünümleriyle ve o asırlardaki işlevleriyle, savaşlarda üstlendikleri görevlerle fillerin, insan hayatında önemli bir yeri bulunmaktaydı. Mesnevî’de fil metaforu Kabe’ye saldırmak üzere yola çıkan Ebrehe ordusu dışında müspet anlamlarda kullanılmış, güç ve masumiyetin sembolü olmuştur Mesnevî’de filleri Hakk’ın erleri olan evliyaullaha dil uzatmak, Zâhirde Kalıp Bâtını İdrak Edemeyen Kişilerin nasıl bir bakış açılarına sahip olduğunu (2/9), gücüne güvenip kibirlenen kimseleri Ebrehe’ nin fillerine benzetmesi (2/10) , Peygamber’in sözüyle alay eden nasipsizlere inananları ve surete aldananları (2/11), bu kimselerin kafirlerin gözünde mümin kimselerden olduklarını (1/67) tasvir eder. Fil yavrularının yenilmesi olaylarında ise : Gıybet etmeye (Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Allah onların canı için senden intikam alır) ve gıybetin sonu eden hakkında iyi olmadığını (2/12, 1/68), hem rüşvet almaya “Ey rüşvet yiyen, fil yavrusunu yiyorsun! Sana düşman olan fil kökünü kazır, yok eder.”(2/13,1/69) hemde kötü insanlarda var olan kötü huyların mânevî kokusu (2/14,1/70) etrafa yayıldığını resmetmektedir.

7-ÖKÜZ METAFORU: Mevlana Öküz metaforunu genelde; saf, kalın kafalı, kābiliyetsiz, görgüsüz, beceriksiz (26) kişi olarak tasavvufta ki ise metaforik olarak genellikle “yeme, içme, uyku ve cimâ” gibi hayvânî ve nefsânî sıfatlar’ı ifâde etmek  üzere kullanılan bir terimdir (27). Mevlana, öküz metaforunu dünya malına doymak bilmez aç gözlü, nefsine tapan kimse manasına (28, 2/15,2/16, 1/71,1/72,1/73) kullanmıştır. Öküz metaforu aynı zamanda; Allah’tan bi haber (1/74,1/75), yersiz hak hukuk arayan (dâvaya) kalkışan (1/76), menfaat peşinde koşan (1/77,1/78), münâfık / İkiyüzlü (Teğabün:64/2, 2/17), insanların inançlarıyla oynayan sahte şeyhlere(2/18), tasavvufî hakikatlerden habersiz (2/19) ve Allah’ın seçkin kullarını kendi gibi sanan cahilleri (2/20) temsil etmektedir. Mesnevi’de öküz metaforu “Öküzün bâzı yerleriyle (kuyruğuyla) ölüye vurun!”( Bakara, 2/67-73.) hitâbı geldi; vurdular. O öldürülmüş adam, dirildi, fırlayıp kalktı.” vurdular. O öldürülmüş adam, dirildi, fırlayıp kalktı.” Mevlânâ’nın öküzün kuyruğuyla dirilen adam metaforunu kullanmasıyla ayrıca öküz metaforu hakkın ve adaletin simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır (28, 2/21) . Gölpınarlı bu beyitlerle ilgili şunları ifade etmektedir: Mevlânâ bu beyitlerde beden, yani “nefs” öldürülürse sırların dirileceğini, her şeyin görüleceğini kastetmektedir. İnek kesmek, yani benlikten geçmek ise bu yolun şartıdır (Mesnevi,Gölpınarlı, a.g.e., C. II., s. 227.).

 8-KÖPEK METAFORU: Mesnevî’de oldukca geniş yer tutan köpek metaforu daha çok yaratıcısını tanımayan, nefsinin heva ve hevesine takılıp kalmış, dini ve manevi değerlere saldıran insan tipini karakterize etmek için kullanılmıştır. Aşağıdaki  satırlarda görüleceği üzere sadakatten, Allah’ı tanımamaya, öfkenin, hilenin, haddini aşmanın nefsinin peşinde koşanın ,azgın kişiliğin resm edilmesinde köpek metaforu kullanılmıştır. Mesnevî’de köpek metaforu az olmakla birlikte sadakatin, bağlılığın simgesi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de Ashab-ı Kehf’in köpeği sadakatinden ötürü Ashab-ı Kehf’le beraber 309 yıl uyumuştur da o lütufla ilk uyuduğu şekliyle uyanmıştır(Kehf:18/18, 2/22,1/79,1/80) , nimetini yediği yere sadakat, bekçi oluşu (2/23) yanında savunmasız zayıflara saldıracak kadar gözü dönmüşlüğü de (1/81) sembolize eder. Vefakarlık göstermesi (1/82), yanında dirilik içinde olan kimse için “ kullukta bende köpekten aşağı değilim ya; Tanrı da dirilikte bir Türk’ten aşağı değildir” ( 1/83), diyerek hayat sahibi olmanın hayata kıymet veren bir milletin karakterinden bahsetmektedir. Köpekler sadakatin de örneğini teşkil ederler. Bu öyle bir sadakattir ki “Kafirlere şiddetlidir', dosta gül gibidir, düşmana diken gibi” (1/84) davranan koruyucu karakteri (1/85) ile olumlu yönleri vurgulanmaktadır.

Mesnevî’de köpek metaforu daha çok yaratıcısını tanımayan, nefsinin heva ve hevesine takılıp kalmış, dini ve manevi değerlere saldıran bir insan tipini karakterize etmek için kullanılmıştır. Bu öyle bir karakterdir ki; Allah ilhamını tanımaktan yoksun (1/86), haddini bilmeyip aşan (1/87), nefsine düşkün (2/24, 1/88,1/89), acıkınca azgınlaşan ve geçimsiz kimse (2/25, 1/90), azgın kişiliği (1/91) sembolize etmektedir.Ayrıca; hakikatten uzak (1/92), zavallılara, zayıflara saldıran, ondan menfaatlanen (1/93,1/94), hilekar (1/95), öfkesiyle hareket eden (1/96) ve öfkenin çirkinleştirdiği (2/26), ululuk ve hasetlik besleyen (1/97), Hak kapısındaki en aşağılık varlık (1/98) olan köpek , Mesnevî’de, insanın hayatın akışı içerisinde Allah’ı unutması ve yalnızca başına bir musîbet, bir hastalık , bir felaket geldiğinde Hakk’ı hatırlayan gafil  hali  anlatır (2/27).

9- KURT METAFORU: Mesnevî’’de  köpek metaforuna yakın, kanaat sahibi olmayan (1/99,1/100), tamahkar (1/101,1/102,1/103),bencilliği yok edecek kadar hırs sahibi (1/104) olan yırtıcı huyla bezenen (1/105), haset sahibi olan, hatta bu öyle bir hasetliktir ki haset sahiplerinin kurt şeklinde haşredilecek olan (1/106), hakikatten mahrum, kendi kendini yiyen  bilgisiz (1/107), peygamber sünnetini bırakan, menfaat peşinde koşan (1/108), tilki gibi kurnazlık eden (1/109), hırsın sesi (1/110), kötü tabiat sahibi (1/111) ve şeytanın kurtlaşmış şeklidir (1/112).

10-TAVŞAN METAFORU: Tavşan metaforu genellikle nefsini yenerek galip gelen hür olan akıl (2/28) ile geleceği kavrayan akıl olarak karşımıza çıkmaktadır. Tavşan geleceği kavrayan  aklı  (akl-ı mead) ile nefs-i emmâre aslanını kışkırtıp gururuna dokunacak sözler söyleyerek onu emmârelik makamından ayırarak götürüp mücahede ve riyazat kuyusuna atmak, bu vesile ile de bedendeki ruhanî ve cismanî kuvvetleri nefsin tahakkümünden kurtaran (29) varlığı temsil etmektedir.

11-BALIK ve DENİZ METAFORU: İzzet ve ikram karşısında secde eden (1/113), Allah’ı yunus kıssasında olduğu gibi tespih eden (1/114), kainatın bir deniz, ten’in(insanların) balık, hakikate götüren ruhu (1/115,1/116), hakikati görebilen (1/117), hırs sahibini (1/118) remiz eder. Balık öyle bir varlıktır ki yöneticilerin topluma tesir ettiğini (Balık baştan kokar, kuyruktan değil) (1/119), pisboğazlığın, tamahkârlığın kör edişine kadar (1/120), aslından gafil olan sağır ve dilsizliğin (1/121) yanı sıra Allah’ın “Birliğinde fani olmuş hak dostu” oluşunu ortaya koyarken Vahdet-i Vücud görüşünü açıklamak için balık ve deniz metaforu da kullanır. Denizdeki balıkları Allah’ın erleri veliyullah olarak, denizi de vahdetin sembolü olarak tanımlar. “ Ululuk sahibi Hakk’ın temiz deryasının balıkları gibi olan peygamberlerin            halleri   Kur’an’a göre(ayarlanmıştır)dir. Fakat okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan)onlara uymadıktan sonra ne fayda !”(2/29) demektedir. Balık aynı zamanda ruh ve akıl anlamında da kullanılmıştır; “Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o uçsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar. Yine sabah vakti, o Tanrı’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar.”(2/30). İnsanın, bedeni ruha benzetilmektedir. Mesnevî’de Yunus Peygamber ruhu, balık ise beden olmuştur (25/1). Balık dünya malına aldanışlığı “Dünya seni de  balık gibi oltasına takmıştır... şehzade bir yıl kaldı, sense altmış yıldır o oltadasın! Tam altmış yıldır onun oltasında mihnetler içindesin... ne bir hoşluğum var,ne bir sünnete uyarsın!”(2/31) ile Akıllı, Yarım akıllı ve aklını kullanamayan mağrur, ahmak kimselere de benzetilmiştir (2/32).

12- DUDU (PAPAĞAN) METAFORU: Mesnevî’’de konuşurken latife, nükte sahibi olan (1/122), mana olarak ölmeden önce ölerek kurtuluşa varan, ariflerin sözünü dinleyerek kurtuluşa eren mümini (1/123, 2/33) kişiliği temsil eder. Dudu kuşunun sesi vahiy’den geldiği (1/124), gibi zaman zaman evliyanın işini kendi aklınca kıyasen anlamaya çalışan kimselerin halini de remiz eder. İşte papağan, bizim gibi ariflerin sözlerinin manasını idrak edemeyerek papağan gibi söylemeye benzer. Biz bu aciz halimizle onları tartmaya kalkarız (2/34). Dış görünüşe bakmanın hakikati görmeye engel olduğunu vurgulanır. Ahmet Avni Konuk, eserinde konuya şöyle açıklık getirmiştir: “Ey nâkıs olan insan, insan-ı kâmilin fiillerini ve halini kendine kıyas etme. Görünüşte kamil insanla nâkıs insan birdir. Fakat manalarında fark vardır (25/2) diyerek aralarındaki farkı ortaya koyar.

13- AYI METAFORU: Mevlânâ Mesnevî’sinde sadece bir hikayede geçmekle beraber ayı metaforuna da yer verir. Bu metaforu ahmak, ince düşünemeyen ve etrafındakilere zarar verecek kimselerin halini ve ahmaklarla dostluk eden kimsenin düşeceği durumları izah etmek için kullanmaktadır. Zira mecazî olarak bu hayvanın dilimizdeki karşılığı da “ kaba saba, hoyrat kimse”dir (2/35), Aynı aynı zamanda mesnevi’de hırs sahibi (1/125), güvenilmeyen (1/126),kindar öyle bir kindar dır ki “kini sevgi,sevgisi de kin olan” (1/127), çevresine yardım etmeyen bencil (1/128) karakterini temsil etmektedir.

14- İBRAHİM’İN KUŞLARI: Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur. Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe (2/36,1/129). Mevlânâ hırs bakımından iki kuşu karşılaştırıyor: “Kazın hırsı, tavusun hırsı. Kazın hırsı boğaz ve şehvet hırsı idi... Tavus ise baş olma iddiasındadır ve bu hırs berikinden kat kat büyüktür. Bunlardan biri yılansa öbürü ejderha gibidir (2/37).

15-KARGA METAFORU: Mevlânâ Mesnevî’sinde kargayı; bitmek bilmeyen emeller, kader ve kazayı inkar edenlerin, hakikat bilgisinden uzak olanların, nefsinin peşinden koşanların, kendi kötü huyunun farkında olmayanların sembolize edildiği varlıktır. Bitmek bilmeyen istek ve emelleriyle karga tabiatlı kimse “Ya Rab, bana uzun ömür ver ki, bu uzun ömür bana senin huzurundan kovulmuşluğun alakası ve nişanesi olsun” der ve ömrünü gübre mesabesinde olan dünya lezzetlerine harcar. Çünkü karga nasıl pislik yemek için uzun ömrü arzularsa o gafil de dünyalıkla midesini tıka basa doldurmak için yaşamak isteyen kimseyi (25/3) temsil etmektedir. Karga ayrıca; kaza kaderi inkar eden (1/130), kendi çirkinliğinin(kötü huyunun) farkında olmayan (1/131), Allah’ı bilmekten uzak (1/132) , Bilgisizliğin, aklı tutsak edenlerin şom şom konuşanların (1/133), nefsinin, isteklerinin peşinde koşan (1/134) karga, aynı zamanda hilekardır (1/135).Haset sahibi olan edebini de aşacaktır (1/136).

16-HOROZ METAFORU: Hz. Mevlânâ horozu, iblisin Allah’ın kullarını aldatmak için kullanacağı en büyük silahı olan şehvetin simgesi olarak görür. Çünkü şehvet öyle güçlü bir silahtır ki karşı koyabilmek ve başa çıkabilmek çok zordur (2/38).

Mevlânâ Hazretleri Hz. Musa’dan kuşların ve hayvanların dilini öğrenmek isteyen insanın hikayesinde horozu kullanarak, onun köpekten farklı olarak, ilerde vuku bulacak bazı olayları algıladığını kaydetmiştir. Gayba ait bazı konuları bilme hususunda horoz, evliyaullahı kastetmek için kullanılan bir “mecaz” olabileceği gibi, hakikat de olabilir yani bizzat horozlara ait bir gerçekliğe işaret ediliyor olabilir (2/39). Horoz, yersiz konuşmanın, böbürlenmenin, kibir ve hırsın (1/137) sahibi olduğu gibi “Allah, bizi namaz vaktini bildirmek üzere Âdemoğluna hediye etti” (1/138) diyerek insanlığa hizmet eden varlığı da temsil etmektedir.

17-DOĞAN METAFORU: Doğan kuşu, genelde yüceliği, hâkimiyeti ve gücü temsil eder. Mevlânâ Hazretleri, doğanı çoğu yerde üstün nitelikli insanları tarif etmek için kullanmışsa da şeytan tabiatlı kimseleri de anlatmak için yine aynı metaforu kullanmıştır. İnsan-ı Kamil olup mana kapısında dolaşan Doğan, bilgisiz ve gafletinde sahibi olabilmektedir. insan-ı Kamil’e (2/40, 25/4). mana kapısını çalıp akıl kapısını terk eden (1/139), gayp idrakini fark eden (1/140, 1/141) kişiyi temsil etmektedir. Bunun yanı sıra Doğan, bilgisiz ve gaflet sahibi (1/142), şeytan tabiatlı kimseleri de anlatmak için yine aynı metaforu kullanmıştır (1/143). Hakk’tan ayrı düşen bir mü’min nefsinin eline  düşmesini (30) ile kazlarla doğanın hikâyesinde bu kez de doğanı Allah’ın kullarını yoldan çıkarmaya çalışan kimse olarak görmekteyiz. Ancak şeytanın gücü  Allah’ın ihlaslı kullarına yetmediği gibi doğanın hileleri de kazları oyuna getirmeye yetmemiştir (2/41).

18-DEVE METAFORU: Mesnevî’de yer alan metaforlardan biri de “deve” metaforudur. Allah’ın liyakatli, şerefli, temiz mü’minlerini daha çok bu metaforla anlatır. Deve’nin Mesnevî’de taşıdığı manaları şöyle sıralayabiliriz: “Deve” metaforu, Hz. Mevlânâ’nın eserinde hep güzel ahlaklı, sabırlı olgun ve mertebe sahibi ( 2/42, 1/144), hakikate teslim olan (1/145), hakitatin, güzel ahlakın, temiz ruhun simgesi, salihlerden olan,( Salih’in Devesi, Salih (a.s.)’ın devesi Mesnevî’de iyilerin cismaniyetine benzetilir. Ruh, Salih gibidir, ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. Salih’in ruhu afetlerden kurtulmuştur. Yaralanan devedir. Salih sanma.” ) (2/43,1/146,1/147) , mülayim tabiatlı (1/148), İlimde liyakat sahibi (2/44) ve kalp gözü açılmış (29/1) kimseleri deve sembolüyle ifade edilmiştir. Bu olumlu benzetmelerin yanında ender de olsa olumsuzlukları ifade etmek içinde kullanılmıştır. Örn: Aklın insanı deve gibi sürükleyen (1/149), nefsinin peşinden giden  (1/150), kendini beğenip böbürlenen “Sonra ben, yukardan bakmaktayım, bu sebeple hiç yüzüstü düşmem” diyebilen (1/151), başına bir darlık zorluk geldiğinde yok olan kişilik sahiplerine de (1/152) benzetilmiştir.

19-CEYLAN METAFORU: Mesnevî’de çok sık başvurulmamakla birlikte önemli metaforlardan biri de ceylan metaforudur. Ceylan; masumiyetin, nazikliğin ve hak terbiyesi almış kişilerin simgesidir. Ehli dünyanın halinden bizar ehli ukbayı temsil etmektedir (1/153). Eşek ve Ceylan hikayesinde: koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahlûklara miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir”(Müslim, İmam: 232) remzini söylemiştir. Çünkü meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz.”(2/45) diyerek garipli sembolize etmektedir. Hz. Mevlânâ bu beyitlerdeki ceylanı insan-ı kâmil ile ona tabi olanlara, dünyayı ahıra, ve ehli dünyayı da eşeklere benzetmiştir. Nitekim ehli heva insan-ı kâmillerle ve onlara tabi olanlarla alay ederler ve bunlar kendilerini dünya zevklerinden mahrum eden budalalar derler. Bazen onlarla münazara edip ehli iman kimseleri yenerler. O sebeple her asırda cismaniyetin yükseldiği yerlerde İslam ve ehli iman garip kalmıştır (25/5). Ahırda eşeklerin arasındaki ceylan, kendi cinsleriyle beraber olmadığı için gariptir. Etrafındaki eşekler onun halinden anlamadığı, onunla alay ettikleri için mahzundur. Çünkü hemcinslerinden ayrı bulunmak elem verici bir haldir. Süleyman Peygamber de hüdhüdü ordunun içinde göremeyince kendisine böyle bir ceza vereceğini söylemişti. O ceylan yavrusu aradığı gıdayı orada bulamadığı için de bitkindir. Halinden anlaşılmayan garip insanı remz etmektedir.

20-YILAN/EJDERHA METAFORU: Yılan metaforu Mesnevî’de nefsi ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü nefs sinsidir. Dilimizde de “yılan” sinsice kötülük yapan kimselerdir (26, 1/154). Nitekim Hz. Mevlana şöyle demiştir: “Putların kaynağı ve anası nefsinizdir. Diğer putlar yılan ise, nefs ejderhadır.”(2/46, 1/155). Kötülüğün yılanda gizlenmiş olması ”Yılanı anlatsaydım, korkudan canın çıkıverirdi”(1/156), mala düşkünlüğü “Yılan, güzel mal gibi görünür. ki gözünü  de ovuştur da iyice bak “ (1/157,1/158), şehvete meyilliliği (1/159,1/160), müminlerin bal arsısı gibi, kafirliğin ise yılan hükmünde oluşu (1/161,1/162) ile halim, selim sevgilinin bile zıt oldumu yılanlaştığını (1/163) ifade etmektedir.

21-SİVRİSİNEK METAFORU: Mesnevî’de sivrisinek, çok sık rastlanmamakla beraber önemli metaforlardan biridir. Küçüklüğü, ilahlık taslayan Nemrud’u mahvetmesi bakımından önemlidir. Dilerse Allah küçücük şeylerle kendilerini erişilmez görenleri helak eder, rezil eder. “Tek kanatlı bir sivrisinek Nemrud’u baş ağrısıyla helak etti.”(2/47, 1/164) diyerek benzetme yapmaktadır. Sivri sinek aynı zamanda mala mevkiye üşüşme, düşkünlüğü (1/165) ve zayıflığın misalidir (1/166).

22-KARINCA METAFORU: Mevlânâ’nın kullandığı metaforlardan biri de karınca metaforudur. Bu metafor da çok sık kullanılmamakla beraber önemli bir yer sahiptir. İnsanların her birinin mertebe olarak diğerinden farkını ortaya koymak ve her akıldan daha üstün bir aklın olduğunu ifade etmek ve hatta bunların içinde de en üstünün akl-ı mead olduğunu (2/48), nimetlerin rızkının peşinden koşan (1/167, 1/168) kişileri ifade etmek için kullanmıştır.

23-AKREP METAFORU: Mesnevi’de  akrep metaforu, kötülüğün her türlü fenalığın temsil resimi olarak karşımıza çıkmaktadır. İki yüzlü karakter sahiplerine bu karakterleri yüzlerine vurulduğunda iç yangınlarının nefretlerinin ortaya çıkışıyla yanan “Ona münafık dersen... o aşağılık ad, içini akrep gibi dağlar” (1/169), hakikatten uzak aklın (ilmin) akıl olmadığını, o aklın aldatmasıyla ilmin insana yılan akrep olduğu “Aklın, insanlara ayak köstegi olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir” (1/170), yoksulların elinden rızıklarını çalmak için hileye düzene sapanları akrep olarak temsil etmiştir (1/171).

Mevlana, Varlık ağacına çıkılarak yer yüzüne bakıldığında (varlık ağacının üstüne oturup aşağıya baktığında) dünyanın gerçekte pislik bir yer olduğu, kızgın akreplerler yılanlarla dolu olduğu, o ağaçtan inildiğinde güllük gülistanlık aldatmacasına kapılanıldığını “O ağacın üstünde oldukça âlem pis bir dikenlik, kızgın akreplerle, yılanlarla dopdolu bir yer görünür”(1/172), Peygamber nuruna sahip kimselerin emin kimseler olduğunu (1/173) , kötü kem söz sahibi olanların bir gün kendi sözlerinin kendilerine geleceğini akrep gibi kendisini sokacağını “O yılana, akrebe benzeyen sözlerin yılan ve akrep olur da seni kuyruğundan yakalar” (1/174) fark etmesi için bu metaforu kullanmıştır.

Aynı zamanda Mevlana kelimelerle inanışları bir araya getirerek sanat yapmaktadır. Şöyleki:

“Yıldızlar, Şeytana akrep gibidirler, fakat müşteriye en yakın bir dosttur onlar “(1/175), Bu beyitlerdeki akrep kelimesi, hem akrep, hem de akrep burcu manasınadır. Kavis hem yay, hem de kavis burcudur. Tir, hem oktur, hem Utarit yıldızı. Müşteri, hem bildiğimiz bir şey satın almak isteyen, hem de müşteri yıldızı, delv, hem kova, hem delv burcu, Hut hem balık, hem Hut burcu, Sevr de hem öküz, hem de Sevr burcudur. Müslümanlıkta, gökten haber çalmak üzere gökyüzüne çıkan şeytanlar, şahaplarla yakılır, bir teşehhüt hâdisesi olan bu hâdiseye halk yıldız aktı der. Aynı zamanda ay, akrep burcundayken o saat kutsuzdur ve sefere gitmek, iyi değildir. Hâsılı Mevlânâ, bu kelimelerini ki mânalariyle ve bu inanışlarla bir sanat yaparak "Yıldızlar, şeytanlara birer akrep gibidirler ama kutlu bir yıldız olan müsteri için en yakın akraba kesilirler. Kavs, tir'le şeytanı oklarsa da delv, ekini ve meyvaları yetiştirmek için  suyla doludur. Hut, azgınlık gemisini kırıp parçalarsa da dost için sevr gibi tarla sürer" diyor (31).

24-KOYUN METAFORU: Mesnevi’de Koyun metaforu sınırlarını aşmayan (1/176), birlikte hareket eden, bencillikten yoksun ve akıl yürütmeyen “Sürüden bir koyun yürüyüp dereyi atlayınca öbür koyunlar da birer, birer o tarafa atlarlar (1/177)”, Azrail’in yanına kendi ayağı ile gidebilen (1/178), hakikate teslim olan, bu nedenle “Madem ki aslan değilsin, ileriye ayak atma. Çünkü ecel kurttur, canınsa koyun! Yok… eğer Abdal’dan olmuşsan, koyunun aslan haline gelmişse korkma, emin bir halde gel ileri, ölümün sana mağlûp olur, bir şey yapamaz! ” Ölümün bile mağlup edemeyeceğini” (1/179), “Koyunlar, sayıya sığmayacak kadar çok olsa kasap, onların çokluğundan korkar mı hiç? Hepiniz de çobansınız… peygamber de çobandır. Halka gelince sürüye benzer… Peygamber, onların çobanıdır, onları sürer durur. Çoban koyunlarla savaşa girişmekten korkmaz… Bilâkis onları soğuktan, sıcaktan korur. Kızar, kahreder de koyunlara bağırırsa bu bağırışı sevgisindendir, hepsini de sever de ondan bağırır! Her an yeni bir talih kulağıma söyleyip duruyor: Seni gamlandırsam bile gamlanma (1/180) diyerek peygamberin halka çoban oluşu ile halkı korumaya yönelik ikazları zaman zaman kahredici olsa bile sonuçta halkı korumaya yönelik olduğu için gamlanılmamasını, korkulmamasını tavsiye ettiği insan tipidir.

Mesnevî şârihi Tâhirü’l-Mevlevî hikayedeki metaforları şöyle izah ediyor: “Buradaki aslandan maksat hakikat ve marifet aslanı olan veliyy-i kâmildir. Kurttan murat ise hayvanlık sıfatından kurtulamamış insanlardır. Tilki ise insan-ı kâmilin tasarrufunun farkına varıp kendisini ona teslim etmiş mürittir. Aslanın kurtla münasebetinin hikmeti ise Evliyâullah’ın bazen böyle hayvan sıfatlı insanlarla da beraber bulunmasıdır (29/2).

Sonuç olarak: Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde kullandığı metaforların en dikkat çekicileri hayvan metaforlarıdır diyebiliriz. Konuşturduğu hayvanların karakteristik özelliklerini de önemseyen Mevlânâ, bu metaforlar üzerinden her yaştan her kesime ve topluluğa istediği ikaz ve eleştiriyi yapabilmektedir. Konuyu sıkıcılıktan kurtarması açısından etkilidir Mevlânâ, hikâyelerinde kullandığı hayvanları seçerken karakteristik özelliklerini önemseyerek, o özellikleri insan karakterleriyle bağdaştırması esere özgün bir içerik katmıştır. Kullandığı metaforların hayvan olması hasebiyle de üzerine tepki çekmeden, rahatça eleştirilerini ortaya koyabilmektedir. Ancak onun hayvan metaforlarına bakış açısı motamot bir şekilde değildir. Mevlânâ, aslan metaforunu peygamberi, veliyullahı kastetmek için kullandığı gibi azgın nefsi ifade etmek için de kullanmıştır. Yani aslanın yiğitliğinden yola çıkarak farklı kimselere, yırtıcılığından yola çıkarak da farklı şeylere ve kimselere atıfta bulunmuştur.

Kaynak: Mesnevi’de Hayvan Karakterleri – (İsmail Hakkı NUR Eserinden)

Yorumlar

  1. KAYITLI YORUM BULUNAMADI

( Sizin Görüş ve Önerileriniz Bizim İçin Çok Önemlidir O Sebeple Yorumlarınızı Bizden Esirgemeyiniz )
Yorum Yaz